Depremlerin Hatırlattıkları

0
3289

2019’un son çeyreğine girdiğimiz günlerden beri Türkiye’nin en çok konuştuğu konu depremler. Depremler dünyada en yaygın ve sık biçimde yaşanan doğal afetlerden biri. Bu afette insanların hareketsiz kabul ettiği ve güvenle ayağını bastığı toprak yerinden oynuyor ve üzerinde bulunan tüm yapılar hasar görüp can kayıplarına yol açıyor.

Bilim insanları depremleri, yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak yeryüzünü sarsması, şeklinde tanımlıyorlar. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere dünyanın yaratılış şeklinden kaynaklanan bir deprem mekanizması var ve depremleri engellemek konusunda insanlar tamamen aciz durumda.

Uyarılan Kavimler

Kuran’da deprem gibi doğal afetlerden bahsedilen bazı kıssalar vardır. Kuran’da verilen örnekler, doğal afetlerde pek çok hikmetler olduğunu gösterir.

“Ancak onu yalanladılar; bunun üzerine onları amansız bir sarsıntı yakalayıverdi, böylelikle kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar.” (Ankebut Suresi, 37)

Resullerin Kuran’da anlatılan mücadeleleri kuşkusuz tüm müminler için aydınlatıcı ve yol göstericidir. Bire bir aynılarını yaşamasak bile bu kıssalar, herkesin bugünkü yaşantısında çıkarabileceği çeşitli dersler içerir.

Peygamber kıssalarında iman edenler için önemli dersler olduğu Kuran’da şöyle haber verilmektedir:

“Andolsun, onların (Resullerin) kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, her şeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.” (Yusuf Suresi, 111)

Tarih boyunca, insanların bir kısmı Allah’ı gereği gibi tanımadıklarından dolayı, çok büyük bir cehaletle Allah’ın emrettiği yoldan farklı yollara girmişlerdir. Hak dine uymak yerine atalarından gelen geleneklere ya da yaşadıkları toplumun önde gelenlerinin yanlış yaşam tarzlarına uymuş, onların yanlış inançlarını ve düşüncelerini mutlak doğrular olarak kabul etmişlerdir. Bundan dolayı haksız uygulamalar, zulüm sistemleri ve türlü vicdansızlıklar toplum geneline yayılmıştır. Sonuçta gittikçe kendi kendini körleştiren, kendi kendini akıl ve vicdandan koparan bir toplum oluşmuştur.

Bu kapalı sistemin çözülmesi için Allah “yol gösterici” ile insanları gerçeğe davet etmiştir. Kuran’da bu durum şöyle haber verilir:

“Kitap Ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar, (bulundukları durumdan) kopup-ayrılacak değillerdi. (O delil de) Allah’tan gönderilmiş-bir elçi (ki,) tertemiz sahifeleri okumaktadır.” (Beyyine Suresi, 1-2)

Resuller gönderildikleri kavimleri Allah’a iman etmeye ve O’na kul olmaya davet ederler. Onları ahiret ile uyarır, dünyanın geçici olduğunu, yaptıkları vicdansızlıkların karşılığını ahirette göreceklerini bildirirler ve gönderilmiş bulundukları kavmin kendilerine itaat ederek ahlaklarını düzeltmelerini isterler. Çünkü bu Allah’ın emridir ve Kuran’daki; “… eğer Ona (Resule) itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz…” (Nur Suresi, 54) hükmü gereği, kavmi doğruya ulaştırabilecek olan yalnızca, Allah’ın dinini yaşamaya çağıran Resuldür.

Hz. Lut (as)’un kavmine yaptığı çağrı bir ayette şöyle aktarılmaktadır:

“Lut (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı. Hani onlara kardeşleri Lut: ‘Sakınmaz mısınız?’ demişti. ‘Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.” (Şuara Suresi, 160-164)

Elçiler bu çağrılarının daha iyi anlaşılacağını düşündükleri farklı yöntemler ile insanlara hitap etmişlerdir. Örneğin Hz. Nuh (as) insanlarla zaman zaman tek tek konuşmuş, zaman zaman da topluluklara hitap etmiştir; bazen açık açık, bazen gizli gizli anlatmıştır. Yani her yöntemi denemiştir.

Elçilerin insanlara yaptığı tebliğ inkar ile karşılandığında Allah elçinin içinde bulunduğu kavime bir süre tanımış, süre dolunca da o kavmi depremler gibi çeşitli afetlerle cezalandırmıştır. Şüphesiz u her depremin olduğu yerde bir elçi olduğu anlamına gelmemektedir. Ancak Müslümanların her depremden ibret almaları ve unutmuş iseler kuvvetle Allah’ı anmaları gerektiği de Kuran’da yer alan bir gerçektir.

Elçilerin tebliğ faaliyetleri kısa bir süre ile sınırlı kalmamış nerede ise tüm ömürleri boyunca insanları Allah’a davet etmişlerdir. Bu davetin en çarpıcı yönlerinden birisi elçilerin ve ona uyanların yürüttükleri tebliğ faaliyeti için hiç kimseden bir ücret istememiş olmalarıdır.

“Semud (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı. Hani onlara kardeşleri Salih: ‘Sakınmaz mısınız?’ demişti. ‘Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum.” (Şuara Suresi, 141-145)

Kuran’da zikredilen kavimlerin bazıları elçilerinin tebliğini reddetmiştir. Kuran’da, bu reddedişte kavmin önde gelen kişilerinin rolü olduğu özellikle vurgulanmıştır. Kimi zaman kavmin yöneticileri, kimi zaman soylu kişiler, kimi zaman da zengin sözü geçen kişiler muhalefet ederek kavimlerinin elçiyi inkâr etmesini istemişlerdir. Böylece kendi zulüm sistemlerini korumaya çalışmışlardır. Önde gelenlere uyan kavimler de elçilere düşmanlık göstermiş, ona çeşitli iftiralar atıp kavmin gözünde güya küçük düşürmeye çalışmışlardır.

Kuran ayetlerinde elçilere ve iman edenlere atılan iftiralara sıkça yer verilmiştir. Bu iftiralardan bazıları şunlardır:

  • Düşük akıllı olmak (Bakara suresi, 3)
  • İman eden iffetli kadınlara bühtan atmak (Nisa suresi, 156)
  • Başkalarından öğrendiklerini söyleyerek onlara hizmet etmek (En’am suresi, 105)
  • Şaşırmışlık ve sapmışlık (A’raf suresi, 60)
  • Akli yetersizlik (A’raf suresi,, 66)
  • Yalancılık (Sad suresi, 4)
  • Dini değiştirmek (A’raf suresi,, 70)
  • Çokça temizlenmek (A’raf suresi,, 82)
  • Ülkede bozgunculuk çıkarmak (A’raf suresi,, 127)
  • Uğursuzluk getirmek (A’raf suresi,, 131)
  • Her şeye kulak kabartmak, casusluk yapmak (Tevbe, 61)
  • Sığ görüşlü olmak (Hud suresi, 27)
  • Mucize gösterememek (Hud suresi, 53)
  • Tecavüzcü olmak (Yusuf suresi, 25)
  • Cinlenmiş olmak (Hicr suresi,6)
  • Deli olmak (Mü’minun suresi, 25)
  • Sihir ile insanları etkilemek (Taha suresi, 57)
  • Çıkar edinmeye, üstünlük elde etmeye çalışmak (Mü’minun suresi, 24)
  • Başka bir topluluktan yardım almak, onların dediklerini kullanmak (Furkan suresi, 4-5)
  • Öfke dolu olmak (Şuara, 55)
  • Zorba olmak (Kasas suresi, 19)
  • Uğursuzluk getirmek (Yasin suresi, 18)
  • Aşağı sınıftan olmak (Zuhruf, 52)
  • Hırsız olmak (Yusuf, 77)
  • Azgın olmak (Necm, 2)

Bir yandan suçlamalar ve iftiralar yapılırken diğer yandan elçilerin büyük bir bölümü kavimleri tarafından öldürülmek, hapsedilmek ya da sürgüne gönderilmek istenmiştir. Bu düşmanca tutumun da etkisi ile elçilerin tebliği içlerindeki bulunduğu toplum tarafından reddedilirken az sayıdaki kokusuz genç insan iman etmiştir.

“Sonunda Musa’ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.” (Yunus suresi, 83)

Türkiye’dElçiler kavimlerine tebliğin iki sonucu olmuştur; ya tebliğ Hz. Yunus (as)’un ve Peygamber Efendimiz (sav)’in kavimlerinin yaptığı gibi kabul görmüş veya Hz. Musa (as), Hz. Hud (as), Hz. Lut (as) ya da Hz. Salih (as)’te olduğu gibi inkâr edilmişlerdir. Allah elçilerine karşı azgınlıkta ileri giden bazı kavimleri doğal afetlerle cezalandırmıştır.

Temiz Akıl Sahipleri için İbretler

Allah’ın gönderdiği Şuayb peygamberi inkâr etmeleri sonrasında Akabe Körfezi civarında yaşayan Medyen halkı büyük bir deprem yaşamıştır. Allah bu olay Kuran’da bizlere şöyle anlatmaktadır:

“Kavminin önde gelenlerinden inkâr edenler, dediler ki: ‘Andolsun, Şuayb’a uyacak olursanız, kuşkusuz kayba uğrayanlardan olursunuz.” Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar. Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada ‘hiç refah içinde yaşamamışlar’ gibi oldular: Şuayb’ı yalanlayanlar, asıl büyük hüsrana uğradılar. O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkâra sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?” (A’raf suresi, 90-93)

Medyen halkı, Hz. Şuayb Peygamber (as)’in yıllarca tüm tebliğ yöntemlerini denemiş olmasına rağmen ona iman etmemişlerdir. İnsanlara yönelik haksızlık ve zulüm içindeki yaşantılarını sürdürmeye devam etmiş, zorbalıktan, baskı ve şiddetten vazgeçmemiş, davranışlarını düzeltmemişlerdir. Ve üstelik, ömrü boyunca insanların iyiliği için çaba göstermiş olduğunu bile bile Hz. Şuayb (as)’ı cani yöntemlerle öldürmekle tehdit etmiş ve ona karşı gelmişlerdir. Bu kavmin yaşattığı eziyetlerin sona ermesi için Allah’ın bir doğal afetle onları uyarmıştır.

“Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud (Halkına) nasıl bir uzaklık verildiyse Medyen (Halkına da Allah’ın rahmetinden öyle) bir uzaklık (verildi).” (Hud Suresi, 84-95)

Allah’ın elçilerini inkâr eden, onlara kötülük eden toplumların başta depremler olmak üzere pek çok doğal afetle yıkıldığı Kuran’da sıklıkla vurgulanan önemli bir hatırlatmadır. Böyle durumlarda olan salt bir doğal afet değil, Allah’ın elçisine karşı düşmanca kurulmuş olan bir düzenin Allah’ın dilemesi ile bozulmasıdır. Bu gerçek bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

“Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.” (Enfal Suresi, 30)

Rabbimiz tüm insanların doğru yolu bulmaları, sonsuz cennet hayatına kavuşabilmeleri için dünya hayatında sayısız fırsatlar yaratmaktadır. Hata yaptıklarında onları affetmekte, dua ettiklerinde, yardım istediklerinde onlara ihsanını bağışlamaktadır. Dünya hayatındaki eksiklikleri göstererek, onları asıl olarak cennet için çaba harcamaya çağırmaktadır. Yaptıkları kötülüklere karşılık ahirette karşılaşabilecekleri sonsuz bir azap olduğunu bildirerek onları uyarıp korkutmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen insanlar iman etmez ve bir baskı sistemi kurarak zayıf kalmış olan Müslümanlara eziyet ederlerse, Allah bu bozuk düzeni sonlandırmada doğal afetleri bir sebep kılabilmektedir.

Kuran’da geçen, “Muhammed, (…) Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzab Suresi, 40) ayetiyle Peygamber Efendimiz (sav)’den sonra bir başka peygamber gönderilmeyeceği açıklanmıştır. Ancak Resullerin yaşadıklarının benzerlerini onun ardından gelen kavimler de yaşamaya devam edecektir. Allah’ın samimi Müslümanları imtihanı nesiller boyunca birbirine benzer şekilde olacağı Kuran’da haber verilmiştir:

(Bu,) Allah’ın öteden beri sürüp giden sünnetidir. Sen Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih Suresi, 23)

Peygamber Efendimiz (sav)’e ve diğer peygamberlere akılsızca düşmanlık besleyenler, zülmedenler, onların tebliğ ettiği hak dinin yayılmasına kendilerince engel olmaya kalkışanlar; gelecek nesillerde onların yolunu izleyen müminlere karşı da harekete geçeceklerdir. Nitekim, “Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Bakara Suresi, 214) ayeti gereğince, tüm Müslümanlar buna şahit olacaklardır.

Müslümanların yapmaları gereken şey Peygamberlerin yolunu gözlemlemek ve onların dönemlerinde yaşananları iyi idrak ederek nasıl bir tutum almaları gerektiğine dair dersler çıkarmaktır. Kuran’da bize aktarılan kıssalar “geçmişin masalları” değildir, (En’am Suresi, 25). Bunlarda her Müslümanın dikkate alması gereken, örnek alınacak ya da sakınılacak tutum ve davranışlar bizlere anlatılmaktadır.

Son Peygamber Hz. Muhammed (sav), İslam’ı tebliğ etmiş, insanlar ona iman etmiş ve Allah’ın şanı dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. Bununla birlikte bugün yaşayan Müslümanlar da Peygamberimiz (sav)’in sünnetine uyarak, onun yaptığı gibi insanlara İslam’ı anlatmakla, kötülükten sakındırmakla sorumludurlar.

Çünkü insanların bir kısmı Allah’a inanmıyorken, bir kısmı da Allah’a inandığını söylese de Allah’ı hiç zikretmiyor, unutuyor ve dolayısıyla kötülükler yapmaktan çekinmiyorlar. İnsanlara Allah’ı hatırlatmak her Müslüman için çok önemli bir ibadettir. Allah Kuran’da, kötülükten sakındıranların kurtulacağını müjdelemiştir:

“Onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında kötülükten sakındıranları kurtardık; zulmedenleri de yoldan çıkmalarına karşılık çok çetin bir azap ile yakaladık.” (A’raf Suresi, 166)

Bununla birlikte, her insanın kendi içinde Allah’a olan sevgisini ve yakınlığını güçlendirmesi de çok önemlidir. Kuran’da, insanların yaptıkları hatalarından dolayı Allah’tan bağışlanma dilemeye devam ettikleri müddetçe azaba uğramayacakları müjdelenmiştir:

“Oysa sen içlerinde bulunduğun sürece, Allah onları azablandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azablandıracak değildir.” (Enfal Suresi, 33)

Depremleri Yaratan Allah’tır

Bazı insanlar depremler ile ilahi bir bağ kurulduğunda bundan hoşlanmaz ve çeşitli itirazlarda bulunurlar. Öncelikle belirtmek gerekir ki ister Japonya’da ister İran’da isterse Şili’de olsun yeryüzünde yaşanan tüm depremler Allah’ın bilgisi dahilinde O’nun dilemesiyle olur. Yeryüzünde Allah’ın dilemesi ve bilgisi dışında hiçbir şeyin olmadığı Kuran’da şöyle haber verilmiştir:

“Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır. “(En’am suresi, 59)

Peki insanlara karşı bu kadar merhametli olan Allah’ın, dünya hayatında böyle olaylar yaratmasının hikmetleri nelerdir?

Bunun en önemli nedenlerinden biri Allah’ın insanı zorluk ve sıkıntıyla eğitmesidir. Hastalığından dolayı zorlukla nefes alan bir insan kibirlenerek diğer insanları aşağılayamaz. Aynı zamanda yürüyemezken tekrar yürüyebilen, tüm malını mülkünü kaybetmişken bunlara tekrar kavuşan bir insan, şüphesiz bunların değerini çok daha iyi kavrar. Böylelikle hem zorluğu hem de kolaylığı yaratarak dünyada bir imtihan ortamı oluşturan Allah, karşılıksız verdiği nimetlerin daha iyi takdir edilmesini sağlar.

Ancak burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Eğer bu tarz olaylarla karşılaşan kişi iman sahibiyse ve ahiretin gerçek hayatı olacağını biliyorsa, zaten bir üzüntü, sıkıntı içine girmez. Başına gelen her türlü zorluğun Allah’tan olduğunu bilir ve bunlara sabreder, o sıkıntılardan kendisini kurtarabilecek olanın da yalnızca Allah olduğunu bildiği için O’na dua eder, O’ndan yardım diler. Böylece Allah Kendisi’ne inanan kullarını da eğitir, yakınlaşmalarını sağlar ve ahiretteki derecelerini yükseltir.

Kuran’da yer alan Allah’ın sıfatlarından birisi de “zarar verici” anlamına gelen Darr’dır. Allah, deprem, sel ya da volkan patlaması gibi afetler ile bu dünyada bize Kendini hatırlatırken Darr sıfatını asıl olarak cehennemde inkâr edenlere karşı gösterecektir. Kuşkusuz inkâr edenleri dünyada kendilerini üzüntüye boğan şeyler cehennemde karşılaşacakları ile kıyaslanınca çok hafif kalır; çünkü buradakilerin tümü geçicidir.

Cehennemde ise insanların yanan derileri, acının tekrar tekrar hissedilmesi için yenileriyle değiştirilir. İnkâr edenlere boğazları parçalayan darı dikeninden başka hiçbir şey yedirilmez, bağırsakları parçalayan kaynar sudan başka hiçbir şey içirilmez. Ölüm gelir fakat ölünmez, ardından daha acı bir azapla karşılaşılır. Orada demirden kamçılar, ateşten yataklar olacak, inkârcı insan cehennemin en dar ve karanlık yerine atılacaktır. Cehennemde kemikleri çatırdatan inlemeler duyulacaktır.

İnkarcılar, cehennem bekçilerine “Rabbin bizim işimizi bitirsin” (Zuhruf Suresi, 77) diye yalvarırlar. Azaptan bir gün hafifletilmesini isterler. Allah onları çeşit çeşit azaba uğratırken bir yandan da onlara cennettekilerin nasıl bir bolluk ve nimet içinde olduklarını seyrettirir. Onlar kendilerine yardım edecek kimseyi bulamazlar ve (Allah’ın dilemesi dışında) sonsuza kadar da alçaltılmışlar olarak onun içinde bırakılırlar. Allah böylelikle gerçek zorluğu ve acıyı inkâr edenlere cehennemde tattırmış olur. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette “Allah” diyecekler. De ki: “Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O’na tevekkül etsinler.” (Zümer Suresi, 38)

 Depremlerde Müslümanların ya da Çocukların da Ölmesi

İman zafiyeti içinde bulunan bazı kimseler “depremler madem Allah’tan geliyor o zaman niye camiler yıkılıyor, Müslümanlar ölüyor?” gibi sorular sorabilmektedir. Bu kişilerin itirazlarının ne kadar yersiz olduğunu; düşündükleri gibi bir dünyayı canlandırarak anlatalım. Müslümanların yaşadığı bir beldede şiddetli bir deprem olmuş olsun. Depremde camiler ayakta kalsa ama çevrelerindeki tüm binalar yıkılmış olsa ve yıkıntıların içinde sadece iman etmeyenler ölmüş olsa ama Müslümanlara sağ salim kalsa bu durumun ne kadar anormal olacağı açıktır. Böyle bir durumu akıl kabul edemez.

Allah her şeyi sebepler dairesinde yaratmaktadır. Yeryüzü ve üzerinde yaşanan tüm gelişmeler “Allah’ın sünneti” olarak isimlendirilen bir sebepler dizisi ile var edilmiştir. Sözgelimi havaya atılan bir taş Allah’ın sünneti gereği yere düşer veya fay hattına yakın yerlerde çokça depremler olur.

Allah’ın sünneti doğa olaylarında olduğu gibi iman etsin veya etmesin tüm insanların hayatlarında da işler. Kurşun isabet eden tüm insanlar yaralanır veya ölürler. Kalbine kurşun eden bir kişi iman eden etmiş olsa da ölür. Böyle olmasaydı peygamberler asla şehit edilemezlerdi. Oysa Kuran’da şehit edilen peygamberler olduğu haber verilmektedir. Hastalıklar da tüm insanlar için geçerlidir. Müslümanlar hiç hasta olmazlar gibi bir çıkarım yapmak mümkün değildir. Nitekim Hz. Eyüp (as) ciddi bir rahatsızlık geçirmiş ve Allah’ın dilemesi ile şifa bulmuştur.

Kuran’da Hz. Eyüp (as) dışındaki başka peygamberlerin de Allah’ın sünnetine tabi olduğunu gösteren pek çok olay bizlere aktarılmaktadır. Hz. Musa (as)’yı Firavun’un katliamlarından onu daha bebek iken Firavun’un yanına yerleştirerek kurtarmıştır. Elçiler ve onlara iman edenlerin kavimlerine isabet eden helakten kurtulmaları da sebepler dairesinde gerçekleşir. Allah elçileri ve ona iman edenleri yurtlarından çıktıktan sonra geride kalan inkarcıları helak etmektedir:

“Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.” (İsra suresi, 76-77)

Depremler ile ilgili bir diğer ilginç düşünce de “depremlerde çocuklar da ölüyor, onların ne günahı var?” şeklindeki soruda yer almaktadır. Allah’ın bu şekilde düşünen insanlara cevabı Yunus Suresi 44. ayette belirttiği gibi son derece açıktır:

Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (Yunus Suresi, 44)

Dünya hayatı, sonsuz ahiret ile kıyaslandığında, çok kısa ve geçicidir. Dünya nimetleri cennete kıyasla son derece değersiz ve eksiktir. Sonsuz ahiret karşısında dünya hayatı, uzun ömür içinde gördüğünüz bir rüya kadar önemsizdir. Dünya hayatını önemli kılan tek yönü, karşılığı cennet olacak olan güzel davranışlardan bulunarak Allah’ın sevgisini kazanmaktır. Dolayısıyla çocukların dünya hayatını yaşayamadıklarına üzülmenin bir mantığı yoktur. Allah onları cennet vildanları olarak sonsuz ve güzel bir hayata almaktadır. Allah, merhamet edenlerin en merhametlisidir.

Allah depremde hayatını kaybeden mazlum ve Müslümanlara şehit mertebesi vererek onlara bu dünyadakiler ile kıyaslanmayacak güzel nimetlerle dolu sonsuz bir yaşam sunmaktadır.

Çarpık Anlayışlara Takılmamak ve Tedbirli Olmak Önemli

Burada şunu belirtmek gerekir ki depremlerin Allah’ın dilemesi ile ortaya çıkması bunların ortaya çıkışındaki yeryüzü mekaniğini inkâr etmek değildir. Veya bundan “depremler Allah vergisi, ne yapalım başımıza geldi ise yapacak bir şey yok” gibi bir sonuç çıkarmak da çok yanlıştır. İnsanların canlarını korumak istemesi ve bunun için tedbirler almaları depremlerin Allah’ın bilgisi dahilinde vuku bulduğu gerçeği ile çelişmez.

Tedbir ibadettir. Alınan tedbirler, Allah’a olan sözlü duaya fiili dua da eklemek anlamına gelecektir.

Tabii ne kadar tedbir alınırsa alınsın ölümün her insan için kaçınılmaz bir son olduğu unutulmamalıdır. Yıkıcı bir depremden kurtulan bir kişinin, depremlerin hiç olmadığı bir bölgede basit gibi görülen bir sebepten ötürü can vermesi pekâlâ mümkündür. İster deprem kaynaklı olsun, isterse başka bir nedenle olsun tüm ölümler Allah’tandır. Nitekim yüce Allah bir ayette “Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur” (Nisa suresi, 78) diyerek bizlere bu gerçeği hatırlatmaktadır.

Depremler gibi, umulmadık bir hastalık, tüm ürünleri yok eden bir kasırga, evleri küle döndüren bir yangın, bir trafik kazası veya yaşlılık ile gelen tüm ölümler Allah’tandır. Allah, Kuran-ı Kerim’de, Al-i İmran Suresi 156. ayette Dirilten ve öldüren Allah’tır” diyerek bizlere bu gerçeği açıkça hatırlatmıştır.

Dolayısıyla, ne kadar tedbir alırsa alsın her Müslüman’ın Allah’a dua ederek sığınması ve can ve mal kaybı yaşandığı durumlar olursa bunların Allah’ın kaderinde bir hikmetle olduğunu asla unutmaması gerekir. Müslüman’a yakışan, her durumda Allah’ın razı olacağı tavrı göstermektir.

Depremleri Doğru Anlamak

Kuran’da kuşların gökyüzünde kanat açıp uçmasından, toprağın yağmurlarla canlanmasına kadar pek çok doğa olayına yer verilir. Bu olayların tamamına bugün kuşların fizyolojik yapılarının yerçekiminin etkisini azaltması ya da yağmur suyunun toprağa gömülü tohumun içindeki hücreleri harekete geçirmesi gibi bir takım bilimsel açıklamalar getirmek mümkün. Ancak tüm bu açıklamalar kuşları gökyüzünde tutanın ya da ölümünden sonra toprağı canlandıranın Allah olduğu gerçeğini değiştirmez. Bunları Allah yaratmaktadır, bunların sebeplerini de Allah yaratmaktadır.

Allah’ın Kuran’da insanlara verdiği örneklerin hiçbiri boş yere değildir. Örneğin kuraklıktan kavrulmuş ölü bir beldeye yağan yağmurlarla toprağın canlanması, Allah’ın öldükten sonra insanları dirilmesinin bir işaretidir.

Bizim çoğu defa yıkım, felaket ile özdeşleştirdiğimiz depremler için de durum böyledir. Depremler Allah’ın muazzam bir güç gösterisidir. Her depremde yüzlerce atom bombasının aynı anda patlamasına denk enerji ortaya çıkmaktadır. Allah her depremde bizlere dilediği an yeryüzünü üzerindeki insanlarla birlikte yok edebileceğini göstermektedir. Bugün yeryüzünde insanlar yaşayabiliyorsa, üstünde durduğumuz dünya yaşama uygun koşullar içeriyorsa bu Allah dilediği içindir. Unutmamalıyız ki hiçbir fay Allah dilemeden yerinden 1 milim bile kıpırdayamaz.

Bunu fark eden bir insanın yapabileceği iki temel şey vardır. İlki depremler karşısında tedbirli davranmak. Fay hattının üzerinde veya çok yakınında yerleşimlerden kaçınmak. Bundan kaçınamıyorsak da sağlam, sarsıntılara dayanaklı binalar inşa etmek ve deprem çantası gibi bireysel tedbirlere de dikkat etmek. Bir diğeri de Allah’ın hatırlattıkları akılda tutmak ve geçmişte elçilere karşı yapılan yanlışların benzerlerini yapmaktan kaçınmak, Allah’ın sonsuz gücünü deprem gibi büyük olaylar görmeden önce de hep hatırlamak.

Unutmamak gerekir ki hangi tarihte olursa olsun Resule tabi olan müminler dünyada güzel bir hayatla, ahirette cennetle ve hepsinden en önemlisi, Allah’ın rızasıyla ödüllendirilirler. Kuran’da Resulün ve onunla birlikte iman edenlerin “Allah’ın fırkası” olduğu bildirilir ve bu kimselerin ahirette alacakları karşılık şöyle haber verilir:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (Mücadele Suresi, 22)